Sayın Başkan,
Böylesine uzman ve seçkin kişilerle birlikte 21.yüzyıl Türk resmi hakkında düzenlenen bu panele katılmaktan kıvançlıyım. Özellikle İzmir’de resim sanatına gönül veren kişilerin bir araya gelebildikleri nadir toplantılardan birini yaşıyoruz. Ben diğer panelistlerin sahip oldukları sıfat ve niteliklerin pek çoğundan yoksun, biraz hobi olarak resim yapmaya başlayan ve giderek resme adam akıllı gönül veren bir resim severim.
Gerek İzmir’e gerek Türkiye’ye baktığımızda; resim sanatı ile tanışan seven ve alaka duyan bir kesimin günden güne artmakta olduğunu görüyoruz. Oysa Türkiye’nin son zamanlardaki sosyal ve ekonomik sorunları öylesine büyük ki, sanata , özellikle resim sanatına fazla yer kalmıyor. Gerek Kültür Bakanlığımız gerekse özel kuruluşlar daha ziyade tiyatro, sinema, müzik sanatları ile daha fazla ilgileniyor, onlara ellerinden gelen desteği vermeye gayret ediyorlar. Ama resim sanatına nedense bu olanaklar pek tanınmıyor. Yurt içinde ve dış ülkelerde sinema, tiyatro, ve müzik etkinlikleri çok yakından ve etkili bir şekilde takip edildiği ve medyada çeşitli açıklamalar ve eleştiri haberleri çıktığı halde resim sanatı ile ilgili çok az sayıda haber çıkmaktadır. Bunlarda genelde duyuru mahiyetinde olmaktadır.
Tertip edilen sergilerin dışında halkın resim sanatı ile karşı karşıya getirilmesi olanağı hemen hemen yok denecek kadar azdır. Her şeye rağmen resim sanatı gelişmesinin engellenmesine aldırmadan adım adım büyümeye ve ilerlemeye devam etmektedir. Bu gelişmeler çoğu zaman ressamlarımızın hiç bir destek ve yardım almadan ortaya koydukları kişisel çabaları sayesinde gerçekleşmektedir. Bu çabaların önemi çok büyüktür. Çünkü sanatçının muhatabı olan izleyici kitlesinin büyük bir bölümünün yeteri kadar sanat eğitimi yoktur ve bilinçsizdirler. Resim sanatının yeni yeni farkına varan ve ne istediğini bilmeyen izleyici kitlesi önüne konan her eseri olduğu gibi kabul etmekte ve sanatçının ufkunda yenilikler açmaktan çok uzak bir tavır sergilemektedir. Bu da sanatçının gelişmesi için büyük tehlikeler oluşturmaktadır. Bununla beraber bazı sanatçılarımız bu istikametsiz beğeniden cesaret almakta ve daha iyiyi yapma uğraşısına girişmemektedir. Bu bağlamda her şeyden evvel Türk izleyicisinin sanat hakkında en az seviyede bile olsa eğitim alması ve bir alt yapı oluşturması gerekmektedir. Bu sebeple hiç olmazsa okullarımızdaki resim dersleri daha ciddiye alınmalı, sadece resim yapma dersi olmaktan kurtarılmalıdır.
Bu meyanda yurdumuzda çok az sayıda olan sanat müzelerimizin çoğaltılması, geliştirilmesi, ve cazip hale getirilmesi gerekmektedir. Halen Türkiye’de bir çağdaş eserler müzesi dahi yoktur. 1970 yıllarda faaliyete başlayan ve giderek sayıları artan özel galerilerin gayretlerini yabana atmamak lazım. Ressamların ve eserlerinin halka ulaştırılmasında ve sanatsal iletişimin kurulmasında çok önemli rol oynamaktadırlar. Ayrıca Türkiye’de son yıllarda önemsenmeye başlanan resim koleksiyonculuğunun oluşmaya başlamasında da galerilerin katkı payı büyüktür.
Fakat maalesef yurdumuzda sanatsal yayınlar açısından da büyük bir açık vardır. Maddi destek bulmak çok zor olduğu için bu tür yayınların yurdumuzda yeteri kadar basılmadığı kanaatindeyim. Bu tür sanatsal yayınların çoğu yabancı dilde olup dış ülkelerden ithal edilmektedir. Dolayısıyla maliyeti ve fiyatı çok yüksektir. Ressamların ve resimle ilgilenenlerin bu eserlerden edinip faydalanma şansı çok azdır.
Zaman zaman şahit oluyorum çok kimse resim sergilerini geziyor fakat neye, nasıl ve hangi açıdan bakacağını neler görmesi gerektiğini bilmiyor bunda da eğitim eksikliği kadar, sergileri düzenleyen kurum ve kuruluşları hatalı buluyorum. Sergi davetiyelerinde sadece sanatçının öz geçmişi ve kronolojik olarak katıldığı sanatsal olaylar yer alıyor. Ressamın sanatsal kişiliği, yani tarzı, tekniği, uslübu ve rengi hatta yapmak istediği ve hissettikleri belirtilmiyor. Oysaki burada sayıları çok az olan ve nedense bir türlü artmayan eleştirmenlerin devreye girmesi lazım. ELEŞTİRMEN : kamu adına konuşan kişidir. Bu nedenle sanatçı ile onun hitap ettiği toplum arasında iletişimsel bir işleve sahiptir. Yapıtın görünmeyen yüzündeki yazıyı okumak durumundadır. Sanatta yenileşme akımlarının giderek hızlanan gelişimi, bunu yorumlamaya yatkın bir eleştiri yöntemini de zorunlu kılar. Bu gibi sanatsal açıklamalardan yoksun olarak açılan sergiler medyada da hak ettiği alakayı bulamıyor ve sadece birer duyuru niteliğinde yer alıyor. Serginin sanatçıları tanıtılmıyor, eserlerin teknikleri hakkında bilgi verilmiyor. Dolayısıyla resim sanatına ilgi duyanlarımızın büyük kısmı da dahil olmak üzere çağdaş Türk resmi hakkında fazla bir bilgiye sahip olunamıyor.
Günümüzde Türk resmi hangi ana eksenin etrafında durmaktadır?…. çağdaş batı sanatı ekseninde mi, yoksa geleneksel ve ulusal eksende mi? Biçim ve dilin mi, yoksa içerik ve düşüncenin mi? Toplumsal tutumun mu, bireysel tutumun mu? Modernsizim mi, yoksa post modernsizim mi? Günümüzde bu suallerin cevaplarını bulmak için yapıtların tekniği, dili ve felsefesi tartışmaya açılmalıdır. Sanatçının ve sanat yapıtının kimliği , yapıtın işlevi, algılanması ve okunması ancak bireysel yükselişle, toplum ve sanat ilişkisinin sıklığı ve sıkılığı ile sağlanabilir.
Türkiye batı teknolojisi ile yarışma sürecini benimsediği son dönemlerde sanat alanında da biçim ve davranışları belirleyen yeni malzeme ve teknik olanakları tanımış ve gereksinmiştir. Fakat sanatçılar bu malzeme ihtiyaçlarını gidermek imkanlarından çoğu zaman yoksundur. Sanatçının yalnızlığı bu koşullar içinde her zamankinden daha büyüktür. Çünkü günümüzde ressam maddi sıkıntıları ile başbaşa bırakılmıştır. Sanatı destekleyen az sayıdaki resmi kurumlar ve özel kuruluşlar bu alanda yeterli olamamaktadırlar. Günlük ihtiyaç ve gailelerinin sıkıntısını yaşamakta olan ressam gerekli incelemeleri yapacak vakte, dikkate ve olanaklara sahip değildir. Buna karşın iletişim imkanlarının artması ile batıdaki akım ve yenilenmeler eskisinden daha büyük bir süratle izlenip, uygulanma alanına geçirilebilmektedir. Günümüzde sadece Avrupa’daki gelişmeler değil kalkınan diğer ülkelerdeki ve özellikle Amerika’daki akım yenilenmeleri yakından izlenip, takip edilmektedir.
Diğer ülkelere gidip bu gelişmeleri ve yeni malzemeleri incelemek her sanatçının en doğal hakkıdır. Fakat kendi imkanları ile gidebilse bile oralarda sanatçıyı destekleyen maddi olanaklar olmadığı için büyük sıkıntılar yaşamaktadırlar. Devletimizin bu bağlamda sanatçılara imkanlar sağlaması gerekmektedir. Sadece maddi olanaklarla kalmayıp toplumumuzda yaşanan sosyal açılımlarda sanatta yeni atılımlar yapılmasına imkan sağlamaktadır. Nitekim mesela 1950 yıllarında getirilen özgürlükçü demokrasi ortamı sayesinde, ülkenin sanat yaşamına, batıdaki sanatsal akım ve yenilikleri günü gününe izleyen bir zihniyet ve çok yönlü eğilimler gelmiştir. Türkiye’de resim sanatının hızla soyut akımların içine girdiği dönem budur. Sanatçıların kişisel eğilimlerine göre farklı yönler araştırdıkları dönem 1950 sonrasındadır.
1950 – 1960 tarihleri arasında bazı genç sanatçıların eserlerinde yarı batı ve yarı yerli kaynaklara dayanarak gerçek üstücü bir fanteziye bağlandıkları dikkati çeker. Çağdaş Türk resminde, soyut resmin en geçerli olduğu dönemde bile insan figürüne yönelik üslup faaliyetlerinin gerilemediği görülür. 1960 dan sonra soyut non – figüratif resim çalışmalarına figüratif bir yön veren pek çok sanatçı vardır. 1970 lerin sonlarına doğru kavramsal sanat, minimal sanat ve üç boyutlu uygulamalar görülmeye başlanmıştır.
1960 – 1980 yılları arasında yeni figüratif araştırmalar çoğalmıştır. Bu yönde çalışan sanatçılar arasında Avrupa’nın expresyonist akımlarına mensup sanatçılardan etkilenenlerde vardır. Bu sanatçılar geniş bir etki yelpazesi karşısında özümseyen ve bu etkileri Türk sanat sentezi haline dönüştüren kişilerdir.
Türk resim sanatında 1970 den bu yana üslup araştırmalarının bireysel özgürlük yollarında çok yönlü çabalar yansıtması; Türk resminin ferah ve geniş bir soluğa kavuştuğunun işaretidir.
Nasıl, nereden, niçin ve hangi nedenlerle gelmiş olursa olsun, bu günü belirleyen her modern öğe tüm kültürümüzü ve resmimizi de biçimlemektedir. Sanayileşmenin ve kentleşmenin yarattığı yeni durum ile insan ilişkilerindeki alt üst oluş, ister istemez bütün insani üretimleri de birlikte harekete geçirir. Sanattaki dil ve biçim ekseninde gözüken hızlı değişim bunun sonucudur.
Türk resim sanatında “sanatsal gelişme” kavramına dayanan bir olgu yaşanacaksa eğer; bu her 15 – 20 yılda bir batıdan güncel bir akımın uyarlanması ile sağlanamaz. Ancak Türk toplumunun ve Türk sanatının kendi iç dinamiklerinin bir gereği olarak gelişmek zorundadır. “Türk sanatı, batı sanatını en son ve en güncel akımlarını izlemek zorundadır.” Mantığı ile içerde yada dışarıda bir yerlere gelinmesi olanaksızdır. İçerde, batı sanatının örneklerini model göstererek bu sanatı takip etmek zorundaki Türk sanatı anlayışı belli bir dönem geçerli kılınabilir belki. Ancak, aynı anlayış ve ürünlerle batıdan kabul görmeyi beklemek büyük bir hayalperestliktir. Batı , neden kendisinin ikinci ve üçüncü elden kopyası olan anlayış ve eserleri kabul etsin ki? Etmez. Çünkü taklit hiçbir zaman aslını aşamaz. Türk sanatındaki bu taklit hastalığından bugüne kadar herhangi bir şey çıkmamıştır zaten. bundan sonrada bir şey çıkacak değildir.
Kanaatimce Türk resim sanatı gerçekten kendi gibi olabilse çağdaşlaşma sorunuda kendiliğinden çözüme ulaşacaktır. Bunun için iki seçenek vardır. Ya, batı sanatına öykünmeden onun bıraktığı yerden başlayarak batıyı geçmek ve aşmak. Yani imkansızı gerçekleştirmek. İmkansızdır. Çünkü batı sanatının 1000 yıllık geleneğini sağladığı birikimi özümseyerek aşmak bir mucize yaratmaktan da zordur. Ya da Türk sanatını kendi öz yapı ve karakterini temsil edecek biçim ve içeriği bütünleştirmektir. Bundan çıkarılacak sonucun ulusal ve evrensel düzeyde geçerli olması zorunludur. Bunun yolu da toplumun öz yapısı, karakteri ve dinamikleri gibi özelliklerinin olduğu gibi yansıdığı gerçek ve çağdaş bir sanat dili yaratmaktan geçer. Kendi öz benliğini biçimsel olarak bulamamış bir sanatsal iddianın kendisini kabul ettirme sansı ya hiç yoktur yada çok azdır.
31 Mart 2001
S. İnci TARAKÇIOĞLU